Değişen yol şartları sizi ummadığınız bir noktaya getirebilir. Bence yolda olmanın en güzel yanı da bu. Her ne kadar eşeğini sağlam kazığa bağlamayı seven bir insan olsam da yoldayken bu rotada yaşadığımız değişiklikler gibi ani değişikliklere de ayak uydurmayı ayrı bir seviyorum.
Likya Yolu için yazdığım tüm yazılarıma buradan, Youtube’da yayınladığım Vlog’a buradan ve aşağıdaki eklentiden kolayca ulaşabilirsiniz. Görsel ve anlık detay sevenler için de Instagram’dan da paylaştığım hikaye serisini buraya bırakıyorum.
Gelelim başımıza neler geldiğine… En son paylaştığım yazımda bizi Alınca’da bırakmıştınız. Aniden gelen yağmurlu havadan dolayı Alınca ve Kaş arasındaki parkurları atlamak zorunda kaldık çünkü bu parkurların çevresinde 2 gün yağmur görünüyordu. Alınca tam olarak hiçliğin ortası olduğu için 2 günü Alınca’da da geçirme şansımız yoktu. Alınca-Gey parkurunun bir kısmını da geçen sene yürüdüğümüz için bu şekilde bir rota değişikliğine gittik. Likya Yolu’nun en güzel yanlarından biri bu şekilde rota değişikliklerini kolayca yapabiliyorsunuz. O yüzden parkurları bölerek de izninize göre parça parça yürüme alternatifini de göz önünde bulundurabilirsiniz.
Aracımızı en son konakladığımız Faralya’da bıraktığımız için Alınca’dan bir şekilde Faralya’ya ulaşmamız gerekiyordu. Alınca’dan herhangi bir yere giden dolmuş vs olmadığı için taksi alternatifini değerlendirmeye başladık. Onda da ücretler 250 TL‘ye kadar çıktığı için bizim için bir seçenek olmaktan çıktı. Mecburen otostop çekmeye karar verdik. Tesadüfen konakladığımız yerin restoranına aracıyla tek bir turist geldi ve bizi Faralya’ya kadar götürebileceğini söyledi, hem de hiç ücret almadan. Turistin biraz ürkütücü bir tarafı olsa da bir kaç saate Faralya’ya vararak aracımıza ulaştık. Gün sonuna doğru Kaş’a vararak 2 gün kaybetmek yerine 1 gün kaybederek bir kaç saatliğine de olsa Kaş’ın da tadını çıkarmış olduk.
Kaş’ta konakladığımız yerin linkini buraya bırakıyorum. Kahvaltısı hariç her detaydan memnun kaldık. Özellikle odanın içindeki tasarım detaylar beni kalbimden vurdu. Umarım kahvaltılarının kalitesini de sürekli artan oda fiyatları gibi en kısa zamanda arttırırlar.
Planlar değiştiği için konaklama noktalarının da değişmesi gerekti. 3. günümüzde Kaş’tan Üzümlü İskelesine yürümeyi düşündüğümüz için Üzümlü İskelesi’ndeki konaklama yerlerini araştırmaya başladık. İlk aradığımız otellerde yer olmadığı söylediği için alternatiflere (taksi ile geri Kaş’a dönmeye, Aperlai’ye devam etmeye) vs bakarken 3. günkü yürüyüşümüze biraz geç başlamak durumunda kaldık. 14 kilometrelik ve zor olmayan bir parkur olduğu için şanslıydık. Yolun ilk yarım saatinde bile değişen durumlar olsa da günün sonunda ulaşacağımız Üzümlü İskelesi’nde bir adet çift kişilik oda bulabildik.
Kaş-Üzümlü İskelesi parkurunun detaylarından bahsetmeye geldi sıra. Bu parkura başladıktan sonra farkettiğimiz bir detaydan başlamak istiyorum. Parkurun yapısı bugüne kadar yürüdüklerimizden bariz çok farklıydı. Fethiye’de daha uzun ağaçların arasından geçerken bu parkurda daha çok çalılıktan bir tık yüksek -okulda ezberletilen akdenizin bitki örtüsü- “maki” ağaçlarının aralarından geçmeye başladık. Bunun bizim için bir dezavantaj olduğu öğlen sıcağında güneş yakmaya başladığında idrak edebildik. Ağaçlar resmen bizi 2 gün boyunca büyük ölçüde güneşten korumuş biz farkında olmadan. Bu parkura başladığımızdan kısa bir süre sonra ilk farkettiğimiz şey buydu.
Bir diğer detay da ilk başlarda rahatsız etmese de günün sonuna doğru ayaklarımızda hissettiğimiz ağrıdan anladığımız yol üzerindeki taşlardı. Fethiye’de genelde toprak yol ya da büyük taşların üzerinde yürüdük ancak burada kızıl renkli toprak yol üzerinde parçalanmış irili ufaklı taşların üzerine basa basa tamamladık günü. Sabah bu yola ilk başladığımızda günün sonunda böyle bir ağrı yaşatacağını asla tahmin etmezdim bu minnoş taşların.
Bunların dışında genel olarak eğimli bir parkur olmadığı için keyifle yürüdüğümüz günlerden biriydi. Aynı zamanda bu parkur bol bol deniz manzarası, yüzülecek koyları da içerdiği için ayrı bir gönlümüzü çeldi. Yanınızda deniz kıyafetiniz varsa aşağıda bahsedeceğim koyları mutlaka değerlendirmelisiniz.
Parkura yukarıda bahsettiğim değişen şartlardan dolayı organizasyon yapmamız gerektiği için saat 11:00’da başlamak durumunda kaldık. 14 kilometreyi çok rahat tamamlayabileceğimizi düşündüğümüz için de biraz da rahat davrandık. Büyükçakır plajını biraz geçtikten sonra parkurumuzun girişine ulaştık. Parkura başladıktan kısa bir süre sonra kral mezarlarını ve tam karşısındaki Limanağzı Plajı‘nı gördük. Parkurun ilk denize girebileceğiniz noktası burası. İşletmelerle dolu olduğu ve teknelerin uğrak noktalarından biri olduğu için suyunun çok temiz olmadığını okumuştuk buranın. Rengi uzaktan harika görünse de bizim deniz planımız bundan bir sonraki koy için olduğundan kral mezarlarını detaylı inceleyip biraz da çekim yapıp yola devam ettik.
Kızıl toprak üzerine sanki özenle serpiştirilmiş yeşil örtü, ağaçlar, taşlar bize eşlik ederken koyu bir sohbetle Çoban Koyu’na ulaştık. Hafif serin olan suya kendimizi ve yorgunluğumuzu bırakarak yeniden enerji dolduk. Bence bu rota üzerinde girilecek en güzel koy Çoban Koyu (Çoban Plajı).
Buradan sonra gördüğümüz Ufak Dere Plajı‘nın hem sahili hem de denizi oldukça kirli, rüzgarlı ve dalgalıydı. Yine de mevsimsel olarak koyların güzelliği değişebileceği için seçimi size bırakıyorum. Ufak Dere’den bahsetmişken koyda konaklama da yapabileceğiniz bir işletme bulunuyor. Biz burayı mola noktamız olarak kullandık ve hayatımda yediğim en güzel patates kızartmasını burada yedim. Asla abartmıyorum bir patatesin tadı bu kadar güzel olamaz. “Bu patates ise bizim normalde yediğimiz ne?” dedirten cinstendi. Umarım aynı deneyimi siz de burada yaşayabilirsiniz.
Denizi sağımıza alarak devam ettiğimiz yolumuz saat 19:00’da Üzümlü İskelesi‘ne varmamız ile sonuçlandı. Her yürüyüş gününün sonunda deli gibi yorulup ertesi gün benzer kilometrelerde yeniden nasıl yürüyebildiğimizi hala ara ara düşünüyorum. Normalde şehirde bu kadar yorulduğumuzda ertesi gün koltuktan kıpırdamak gelmez içimden. Sanırım keşfetme ve doğada olma isteği yorgunluğun baya bir önüne geçtiği için mırın kırın etmeden her gün erkenden uyanmayı başardık.
Üzümlü İskelesi’nde konakladığımız yeri de buraya bırakıyorum. İşletmeyi görmeden önce küçük bir yerdeki küçük bir işletme olarak düşünmüştüm burayı ancak işlerinde çok başarılı ve tahminimden daha büyük bir konaklama noktası çıktı. Tek dezavantajı sahilde biten parkurdan sonra otele ulaşmak için bir yokuş çıkmanız gerekiyor. Saatlerce yürümenin getirdiği yorgunluk olmasa gözümde büyüyecek bir yokuş değil ama o yorgunluğun üzerine yürümesi çok zordu. Tabi odamıza girip sıcak bir duş aldıktan ve lezzetli yemeklerini yedikten sonra yokuşu vs unutuyorsunuz. Eğer kamp yaparak yürüyorsanız sahilde bir tane de kamp alanı gördük. Bayram günü olduğu için kalabalık olsa da böyle resmi bir tatilde yürümüyorsanız değerlendirilebilir. Aksi durumda burayı tercih etmenizi pek tavsiye etmem. Sonuçta ertesi güne dinç uyanmak önemli. Ertesi gün yolda karşılaştığımız bir grup böyle kalabalık bir günde orada kamp yaptığı için bin pişmandı, benden söylemesi.
Böylece bir yürüyüş gününün daha sonuna geldik, bir sonraki yürüyüş gününde görüşmek üzere.
Yorum Yapabilirsiniz